Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Kendi kendimize doğru” başlıklı yazısı

Ahmet Hamdi Tanpınar'ın, sanatın bir medeniyet için ne kadar önemli olduğunu anlattığı, bu doğrultuda çalışmalar yapan Rıfkı Melül Meriç'in kitaplarını övdüğü yazısı.
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın, sanatın bir medeniyet için ne kadar önemli olduğunu anlattığı, bu doğrultuda çalışmalar yapan Rıfkı Melül Meriç'in kitaplarını övdüğü yazısı.
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Kendi kendimize doğru" başlıklı yazısı
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Kendi kendimize doğru" başlıklı yazısı
15 Şubat 1931, Cumhuriyet Gazetesi.Yaşadığım Gibi, Sayfa 434-438.

Kendi Kendimize Doğru

Geçen sene neşrettiği “Akşehir Türbe ve Mezarları” adlı eseriyle bize Anadolu’ da Türk tarihinin aşağı yukarı en orijinal vesikalarını tanıtan Rıfkı Melül Meriç, bu sene de birinci fasikülü Güzel Sanatlar Akademisi neşriyatı arasında çıkan “Türk Tezyini Sanatları” adlı eseriyle faydalı çalışmaya daha geniş bir sahada devam ediyor.

Bu çalışmaya ne kadar teşekkür edilse yeridir. Çünkü Türk tezyini san’ atları milli tarihimizin hemen hemen hiç uğraşılmamış bir sahasıdır. Yazı san’atı hakkında üstat İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun eski “İlahiyat” mecmualarında çıkan çok orijinal ve bu san’ atı çok derinden gören büyük etüdü ve Profesör Fuad Köprülü’nün “İkdam” da neşredilmiş birkaç makalesi istisna edilecek olursa, bu geniş mevzu üzerinde Türkçede yazılmış pek az şey bulunur. Bir kelime ile mevzu tamamen bakirdir.

Asırlardan beri hayata hakim olan ve küçük alışkın periler gibi günlerin yeknesaklığına kendi dinlendirici güzelliklerini ve ehli tebessümlerini getiren bir yığın an’ane ve üslup bunların birbirleriyle münasebetleri, hariçle olan alakaları, devirden devire geçirdikleri tekamüller, yetiştirdikleri ustalar … Yani hattatlık, çinicilik, resim, tezhip, kumaşçılık, halıcılık, kitap işçiliği, kakmacılık, maden san’atları gibi mimari ve şiirden maada bütün san’atlarımızın tarihi…

İşte Rıfkı Melül’ün kendisini cömertçe vakfettiği büyük ve zorlu iş. Bu şümullü çerçeveye vesika yokluğundan, bu kadar geniş zaman içinde gayet tabii olarak tesadüf edilen boşluklardan gelen müşkülleri de ilave edersek, bu çetinliğin derecesi hakkında bir fikir sahibi oluruz. Bununla beraber, bu zorluk ne kadar büyük olursa olsun, onu içimizden birisinin yenmeğe çalışması lazımdı. Buna sadece ilim yapmak için değil, kendi kendimizi öğrenmemiz için mecburduk. Çünkü bütün o eski zaman eserleri, o rahleler, kitaplar, minyatürler, halılar, kumaşlar ruhumuzun hakiki peyzajları, dünkü varlığımızın mütevazı fakat emsalsiz zenginlikleriydi. Dün, Türk gününün bütün saatlerine kendi renkli neşelerini ve felsefelerini katan ve bugünün çoğu müze salonlarında, artık işlemeyen saatlerin ketum çehresiyle zaman ve talihin değişiklikleri üzerinde düşünür gibi görünen bu eserlerde ırkımızın tarihi gizli bir nabız gibi çarpar.

Çünkü Türk ustaları onların her motifini kendi san’atlarında nadir bir rüya gibi tesbit etmeden evvel, Türk kavmi onları yıllarca, hatta belki asırlarca yaşadı.

Bu halı, renginin ve nakışının zengin oyununda, bütün orta Asya baharlarının feyzini taşır. Yedi asır evvel işlenen şu tahtadan oyulmuş kapı, ömür yıpratıcı sabrında Türk ruhunun korkunç bir istila ve inhizam karşısında gündelik işlere kapanmakta ne kadar büyük bir teselli bulduğunu gösterir ve bir medeniyetin mütecaviz zaman karşısında alabileceği yüksek ve gururlu duruşu anlatır.

Şu tezhibin içinde yakut bir rüya gibi kendi üstüne kıvrılan çizgi, narin helezonunu ilk önce Bursa’nın ve Kütahya’nın çinilerinde tecrübe etti. Sonra Türk musıkî ustalarının pencereleri dış hayata kapanmış odalarda, kendi içlerine gömülerek üfledikleri neyde mutlak ve yekpâre bir mevsim olmak için çalıştı ve bu merhalelerde piştikten sonra zengin an’anesiyle bu yazma kitap sahifesini süslemeğe geldi. Onun için bu tezhibe bakarken bir mimari seyreder, bir musikî dinler ve bir mevsimi hisseder gibi gözün, kulağın ve tenin hazlarını beraberce duyarız.

Türk ruhu zaman ve mekanın çift bahçesinde bütün bu eserleri vücuda getirdi. Onlara kendi kanının tecrübesini aşıladı. Küçük bir dalı, bir çiçeği, bir harfin kıvrımını, alelade bir çizgi veya münhaniyi, gülün kırmızısını ve servinin neftisini, emsalsiz sabrı ve güzellik aşkıyle ruhun ve hayatın sırlarını ve hikmetlerini alabilecek geniş ve yüksek birer sembol yaptı ve onlarla bir misafirlik telakki ettiği geçici hayatını süsledi.

Yazık ki, son zamanlarda biz, bütün bu güzelliklerin anahtarlarını kaybetmiş bulunuyoruz. Kendimizden olan her şeye gösterdiğimiz kayıtsızlıkla başlayan, adeta mutlak denebilecek bir cehalet bizi bu güzel an’anelere yabancı yaptı. Rıfkı Melül’ün teşebbüsü bu itibarla çok mühimdir. Ve kitap tamamlandığı gün, zenginliklerimizin bilgisine çok mühim bir adım atmış olacağız .

“Türk Tezyini Sanatları”nın birinci fasikülü bir mukaddime ile eski yazının menşe i hakkında çok vazıh ve güzel bir etüdü ihtiva eder. Mukaddime, Türk ve İslam san’atları hakkında umumi bir görüştür ve bilhassa İslam’ da tasvirin memnu oluşu meselesini bütün vuzuhuyle anlatır. İslam yazısının menşe’ini ve asırlar içinde tekamülünü anlatan kısma gelince, burada bu yazının bedii istiklaline kadar geçirdiği safhalar hakkında çok ehemmiyetli malumat vardır. Bilhassa eski harflerin sembolik kıymetleri üzerinde muharrir bol bol durmuştur.

Rıfkı Melül, bu çalışmasında bugüne kadar tanınmayan menbalardan istifade etmiştir. Binaenaleyh kitabın bibliyografyası gayet zengin olduğu gibi ayrıca yeni bulunan birtakım vesikalardan da istifade edilebileceğini muharrirden öğreniyoruz.

Kitap, heyet-i umumiyesiyle yedi fasikül olacaktır. İşin ehemmiyetini anlatmak için bu fasiküllerin muhteviyatını kitaptan aynen alıyorum: “Kitabın ikinci cüz’ü yazı nev’ilerini, bunların ayrı ayrı kaidelerini, fârikalarını menşe ve esaslarını; üçüncü, dördüncü, beşinci cüz’ler nakış, resim, tasvir, tezhip, cilt, hak, zernişani, gendekari, altın vurma, taş yontma, halıcılık … gibi san’atlara ait malumatı; altıncı cüz, bu san’atların levazımatını ve teknik hususiyetlerini ihtiva edecektir.”

Yedinci cüz’de bugün Güzel Sanatlar Akademisi’nin Türk Tezyini Sanatlar kısmında hocalık eden zevatın, yani bu san’atların en son ustalarının tercüme-i hal ve eserlerinden bahsedilecektir. Görülüyor ki, Rıfkı Melül’ün, Güzel Sanatlar Akademisi müdürünün teklifi üzerine başladığı iş, bütün bir milli san’atlar külliyatıdır. Derhal söyleyelim ki, genç alim, bu işi başarabilmek için lazım gelen ,bütün meziyetleri haizdir. Ayrıca da Topkapı Sarayı vesikalarından ve koleksiyonlarından istifade etmenin kolaylığına maliktir. Ve bu imkan sayesinde “Enderun sanatkarları” isminde çok mühim bir esere de başlamıştır ki, birincisini itmam edecektir.

“Türk Tezyini San’ atları” kitabı bittiği takdirde, sadece Güzel Sanatlar Akademisi’nin bu şube talebesi son derece muhtaç oldukları bir el kitabına nail olmayacaklar, aynı zamanda eski Türk san’atları hakkında ilk def’a olarak bu mevzu’un bütün çerçevelerini dolduran ve meselelerini vuzuhla ortaya atan bir kitap kazanmış olacağız. Rıfkı Melül’e muvaffakiyetler dilerim.

15 Şubat 1931, Cumhuriyet Gazetesi.Yaşadığım Gibi, Sayfa 434-438.

Benzer yazılar

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön