Refii Cevad’ın “Üstad Rıza Tevfik” başlıklı anma yazısı

 

Feylesof Rıza Tevfik merhum geçen yıl bugün Allah’ın rahmetine kavuştu. Ana yurda avdetinden beri Azrail’le pençeleşen ve gayr-i müsait şartlara rağmen kaç defa ona galebe çalmağa muvaffak olan zavallı hocamız, 1949 senesi Aralık ayının otuzuncu Cuma akşamı ve Cumartesi gecesi saat dokuz buçukta Gureba Hastahanesi’nde felç tedavisi yapılırken zatürrieden vefat eyledi ve bütün yakınlarını, sevdiklerini, dostlarını, tanıdıklarını hasret ateşi ile yakarak uçtu gitti.

Cenazesi Pazar günü kaldırıldı; tabut, dindaşlarının dinî vazifelerini yapmak üzede musalla taşında bekliyordu.

O güne kadar müsait giden hava gittikçe bozmuştu. Yağan karla karışık sulusepkenden tahaffuz için herkes saçak altlarına ilticâ eylemişlerdi. Namazdan çıkan müslümanlar:

Rıza Tevfik Allah’tan,

Ayrılma ol dergâhtan,

Ben kurtuldum günahtan!

diyen büyük adamın karşısında el bağladılar. Bir sadâ yükseldi:

– Allahü ekber!..

Hocamızın hayat arkadaşı da gelmişti. Son merhalesine kadar onu merhumun tabutundan ayıramamıştık. Şeyh Galib:

Allah ne verir ki kul götürmez!

der. Bu sözün acı hakikatini merhumun refikasında görüyorduk.

Bu kadın bu acıya nasıl dayandı? Onun ateş gibi yanan nazarlarında bir tevekkül,bir teslimiyet sezer gibi oluyorduk. Fakat zavalli elemzede, merhumun sıhhati ile çok yakından alâkadar olan Doktor Sadi Bey’i görür görmez bu matem kalesinin bütün mukavemet burçları birdenbire göçtü; onun ateşler içinde yanan ve belki bir gecede beyazlanan başını doktorun göğsüne vurarak:

– Ah Sadi Bey!.. Kurtaramadık.. Kurtaramadık.. Gitti.. Gitti.. feryadı Rıza Tevfik’in mezarının ilk kitabesi gibi sâmiamızda kaldı.

Kimi hıçkırıklarını tutamıyor, kimi gözyaşlarını zaptedemiyor, kimi bu acının zehrini içine akıtıyordu. Fakat herkes ağlıyordu.

Musalladan tabutu aldık.. Bu ihtiyar arslanın naaşı omuzlarımızda çatır çatır ötüyordu.

Mezarlığa geldiğimiz zaman tipi fırtınası başlamıştı.

Çıplak tabutu kabre indirdik.. Büyük mâtemimize iştirak eden semâ Rıza Tevfik’in üzerine tahaccür etmiş nûr parçaları gibi lậpa lâpa kar döküyordu.

Birbirimizi nasıl teselli edeceğimizi bilemiyorduk.

Yorgun, perişan, birbirimizi tutarak, birbirimize dayanarak oradan titreye titreye ayrıldık.

Yeni Sabah Gazetesi, 31 Aralık 1950

Benzer yazılar

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön