Süleyman Çapanoğlu’nun “Eski Ramazanlara mahsus nükteler” başlıklı yazısı

Süleyman Çapanoğlu'nun, eski Ramazanlara özgü olan, artık pek de görülmeyen nüktelere yer verdiği yazısı.
Süleyman Çapanoğlu'nun, eski Ramazanlara özgü olan, artık pek de görülmeyen nüktelere yer verdiği yazısı.
Milliyet Gazetesi, 14 Temmuz 1950

Eski Ramazanlara mahsus nükteler

 

Eski Ramazanların belli başlı hususiyetlerini tebarüz ettiren seri makalelerimize bugün de devam ediyoruz. Bugünkü yazımızda eski Ramazanların kendine has mühim nüktelerinden bulacaksınız.

Eski Ramazanlarda oruç tutmamak günahların en büyüğü sayılırdı. Ceza kanununda “alenen nakzı sıyyam” edenler hakkında hapis cezası veren maddeler olduğu gibi daha evvelki yıllarda oruç yiyenleri falakaya yıkarlar, adamakıllı sopa çekerlerdi.

Ramazanlarda, zabıta bütün dikkatini oruç yiyenlerin üstünde toplar, sokakta, kahve köşesinde, dükkân içerisinde, kuytu
bir yerde oruç bozanlara rastladılar mı hemen çalayaka zaptiye kapısına götürürler, hafif bir ıslatma (yani dayak) faslından sonra mahkemeye sevkederlerdi.

Bütün bu sıkı kontrollere rağmen yine oruç yiyenler çoktu, içki içenler kabarık bir yekûna ulaştığı gibi, akşamcılar, çoğu defa boşlarına birer şapka geçirererek koltuklara, depolara, çağanoz meyhanelerine dalarlar, kafalarını tütsülerlerdi. Fakat, kendi muhitlerindekilere gitmezler, tanımadıkları yerlere başka semtlerdeki meyhanelere giderek demlenirlerdi. Bazıları da tenha sokaklarda, duvar diplerinde, yangın yerlerinde, umurca şişelerini kayık düzlerini, o güzel kokulu sakız mastikalarını dikerler, yudumlarlar, ağızlarını ellerinin tersiyle silip bıyıklarını sıvazlıyarak caddelerin hâyı huyuna karışırlardı.

Dondurma ile rakı içenler, çaya konyak karıştırıp çakır keyif olanlar da vardı. Hele esrar çekenler “Çifte kâğıtlı”yı tellendirip mastor olanlar sayısızdı. Camileri dolduran kedersiz yüzlü, dertsiz başlı, refah içinde uyuşup yumuşamış musalli, mütteki adamlar arasında içkiye düşkün olanlar ve bu duşkünlüklerini Ramazanda olsun bırakmıyanlar da çoktu. Bunlar da evlerinin bir köşesinde, çilingir sofrasını kurarlar, top patlar patlamaz oruçlarını bozup itıyad halini alan akşamcılıklarına devam ederlerdi. Ve bunu –eşlerinden başka– evdeki bulunanlara çaktırmama çalışırlardı. Semavî bir işaretle başlıyan ve yine semavi bir işaretle biten Ramazan ve oruç hakkında birçok fıkralar ve nükteler de söylenmiştir. Bunlar cidden orijinal, nefis, zarif şeylerdir. Espri tarafı, zekaya hitap eden tarafı, dudaklarda ince tebessümler yaratan tarafı çok kuvvetlidir, eski Ramazanlarda, oruç vazifesini halkın nasıl telâkki etliğini göstermesi bakımından da bu fıkraraların nüktelerin kıymeti büyüktür. Ve cidden enteresandır. Bunlardan bir kaç fıkra ile, oruç yiyenlerin kaçamaklı cevaplarından ve tevilli sözlerinden bir kaçını naklediyorum:

Sıcaklara rastlıyan bir Ramazan… Tiryaki fena halde susamış. Oruçlu olduğunu unutmuş, şerbetçiyi görür görmez koşmuş:
— Aman oğlum! demiş. Bir demirhindi şerbeti ver. Soğuk tarafından olsun!
Bardağı tam dudaklarına götüreceği sırada dostlarından biri elini yakalıyarak:
— Ne yapıyorsun hazret? der. Oruçlu olduğunu unuttun galiba!
Tiryaki üzgün bir halde evvela elindeki soğuktan buğulanmış bardağa, sonra bu sözü söyliyenin yüzüne bakar –Patladın mı be adam? der. Şunu içtikten sonra söyleseydin olmaz mıydı?

Üstad İbnülemin Mahmud Kemal bey, bir Ramazan akşamı dostlarını iftira çağırmış. Teravih namazına durulacağı sırada
davetliler birer, ikişer sıvışmağa başlamış. Vazıyeti gören davetlilerden biri:
— Üstadım! demiş, yanlış hareket ettiniz, namazı iftardan sonra değil, evvel yapmalıydınız!

İkinci Mahmut, Yeniçerileri sevmediği için Bektaşilere de candan düşman kesilmişti. Adamları, Bektaşilerin Ramazanda oruç tutmadıklarını. İftar zamanı demlendiklerini, kafalarını tütsüleyip Cem âyinleri yaptıklarını haber verirler.
İkinci Mahmut, iftar zamanı rakı içildiğini haber verdikleri Bektaşi tekkesini basar. Padişahın geldiğini gören Bektaşiler bir
tarafa savuşur. Fakat çok yaşlı bir baba yerinden kalkamadığı İçin kaçamaz, tekkede kalır. Padişah ona sorar: —Canlar nerede? İhtiyar Bektaşi cevap verir: — Sultanımızı görünce ortada can mı kalır Padişahım?

Sultan Eyübün veziri Karakuş. her sene Ramazan ayında fıkaraya sadaka verirmiş. Bir sene yine ayırdığı sadakayı dağıttıktan sonra bir kadın gelmiş: — Kocam öldü. demiş. Kefen alacak param yok. Karakuş cevap vermiş: — Bu Ramazandaki sadakam tamam oldu. İnşallah gelecek sana bir kefen alırım!

Bektaşinin birine: —Ramazanı nasıl çıkardın? Diye sormuşlar. Gülerek cevap vermiş — Otuz kişi olduk. Bir günde çıkardık!

Milliyet Gazetesi, 14 Temmuz 1950

Benzer yazılar

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön