10 Haziran 1937: “Aşık âma Veysel en büyük emelini anlatıyor”

Cumhuriyet Gazetesi, 10 Haziran 1937

Halk musikisinin seyyar radyosu

Aşık âma Veysel en büyük emelini anlatıyor: “Herkes Onu (Atatürkü) görüyor, resmine bakıyor. Ne olurdu ben de bir kerecik olsun onun sesini duyabilsem!”

 

Yirmi beş yıldır elindeki bağlamasile yurd içinde bucak bucak gezerek halkın kalbini ve ruhunu terennüm eden Sarkışlanın Sivrialan köyünden âşık Veysel, dün bize de uğradı. Görmiyen gözlerile bu yüzün hiçbir manası yoktu. Fakat kıpırdıyan kupkuru dudaklarından sızan yanık ses beliğdi:
– Artık kasabalara, şehirlere de geliyoruz işte… diyordu.
– Ya eskiden? diye sorduk.
– Eskiden… Köy hududlarından ötesi haramdı bize. Kendi sesimizi kendimiz dinler gibiydik. Ve hiç aklıma gelmezdi ki, günün birinde bizi şehirlere davet edecekler, radyolarda, plâklarda, aklı başında insanların toplandığı yerlerde çaldırıp söyletecekler ve yüzlerle, binlerle okumuş, yazmış şehirliler, bizi gökten inen bir sese kulak verir gibi dinliyecekler…
– Nasıl oldu dersin bu iş?
Görmek, birşeyler görmek ister gibi göz kapaklarını kırpmağa uğraşarak, ellerini açıyor ve:
– O yaptı.. diyor, herşey gibi bu inanılmaz şeyi de O, Atamız yaptı.
Ve başını eğerek, kendi kendine konuşuyor:
– Nasıl yaptı?.. Nasıl oldu da, daha düne kadar bir sivrisinek zırıltısı sayılan üç telli sazım ve ona uyan sesim, şimdi halkın sazı ve halkın sesi diye seviliyor. Öyle seviliyor ki…
– Sen de seviyor musun, seve seve mi söylersin?
– Sevmesem çoktan bu sazı kırıp atardım… Sevmesem hâlâ sabahlara kadar tek başıma çalar ve söyler miydim?
– Geceleri mi çalarsın?
– Gündüzleri başkalarına çalarım.. Fakat gece olunca, nerede bulunursam bulunayım, tenha bir köşeye çekilir, kendi kendime, yalnız kendim için çalarım ve işte o zaman içine gömüldüğüm sonsuz karanlık yavaş yavaş silinir ve ben bambaşka bir âlemde yaşadığımın farkına varırım.. Kollarım kopacakmış gibi ağrıyıncıya kadar, parmaklarım sızlıyıncaya kadar, ve sesim kısılıncaya kadar çalar, çalar.. ve söylerim.
– Meselâ, neler çalarsın, en çok sevdiğin parçalar hangileridir?
– Hepsini.. Hepsini severim. Sevmediğimi bellemem ki.. Seksen, doksan parça bilirim. İnanın bunların hepsi birbirinden güzeldir.
Ve sazını eline alıyor.
Odaya bir akşam saatinin hüznü çöküyor.
Biz, gözlerimizi yumarak, yeşil dalların ardındaki görünmiyen bir serin suya damla damla düşen gözyaşlarının sesine kulak verir gibi susuyoruz.

Mecnunum Leylâmı gördüm
Bir kerecik baktı geçti

Ne sordum ne de söyledi
Kaşlarını yıktı geçti

Soramazdım bir çift sözü
Ay mıydı, gün müydü yüzü

Sandım ki Zühre yıldızı
Şevki beni yaktı geçti

Ateşinden duramadım
Ben bu sırra eremedim

Seher vakti göremedim
Yıldız gibi aktı geçti


Ve kendinden geçmiş bir halde şöyle bitiriyor:

Yâr zülfünü kemend etmiş
Boynumuza taktı geçti

Sazını bir kenara bırakırken ona sordum:
– Dünyada en büyük dileğin nedir?
Acı acı gülümsiyerek başını kaldırdı:
– Dünya dediğin nedir… Dünya?… Ben dünyada, dünyaya hasret yaşıyan biriyim. Amma, dileğim yok mu?.. Var… Benim de, hem bir tek dileğim var…
Bana doğru biraz daha eğiliyor, bir sır verir gibi fısıldıyor:
– … Bir kerecik olsun (O)nun sesini duymak!
Ve ağır ağır devam ediyor:
– Herkes onu görüyor, hiç olmazsa resmine bakıyor. Ben ki, bu saadetlerin hepsinden mahrumum, ben ki sade sesle yaşıyan bir zavallıyım, ne olurdu, bir defacık onun sesini duysaydım… Hiç unutmam, bir gün, bir bayram günü, onun radyoda bir nutuk söyliyeceğini duymuştum. Yanımda arkadaşım yoktu, öyleyken tek başıma yollara düştüm, ona buna çarpa çarpa, döşe kalka yürüdüm yürüdüm… Meğer yolları kaybetmişim, şehir dışına, kırlara düşmüşüm, bu bahtsızlığıma hâlâ yanar dururum.
Bahsi değiştirmek istedim:
– Köy mü, şehir mi, hangisi hoşuna gider?
– Köyüm.. diyor, orada hep aşina sesler vardır. Ve orada her köşeyi görür gibi tanırım. Dilediğim kapıyı açar girerim. Ne otomobil, tramvay korkusu, ne deniz, ne telâşlı insan vardır. Hele bilmediğim hiçbir şey yoktur orada.
– Meselâ?
– Elektrik.. Tayyare, kalorifer, tünel, asansör, sinema.. Bütün bu yeni isimler bana hiçbir şey söylemezler, sade merak, sonsuz bir merak verirler. Çünkü yedi yaşıma kadar gözlerim açıktı, görürdüm ve o zaman bu isimleri hiç işitmemiştim. Şimdi, şehirdeyken, ikidebirde kulağıma çalınan bu isimler beni şaşırtıyor ve üzüyor.. Bakın meselâ radyoda söylerken “şimdi senin sesini binlerle insan işitiyor” derlerdi. Ben de Bay Mesud Cemile sorardım, “bu nasıl oluyor?” diye. O da bana “kaç senedir bu işin içindeyim, ben de hâlâ akıl erdiremedim” derdi.
Ve sazını kılıfına yerleştirirken, ona:
– Günün birinde bu bağlamanı elinden alsalar ne yapardın? diyorum.
Hemen elinden gidiyormuş gibi sazına sarılıyor:
– Ağlardım…

Cumhuriyet Gazetesi, 10 Haziran 1937

Benzer yazılar

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön