Hikmet Feridun Es’in “Tarihi roman yazmak cesareti” başlıklı yazısı

Akşam Gazetesi, 23 Şubat 1942

 

Bir çırpıda

Tarihi roman yazmak cesareti!..

“Kabakçı Mustafa paşa”, “Damat | İbrahimin çapkınlıkları”, “Osmanlı

sarayında bir İsveç güzeli”, “1000 karısı olan sultan”… Daha bunun gibi nice nice tarihi romanlar! 41 kere maşallah, tarihi roman verimimiz hayrete şayan bir hale geldi.

Henüz seyahat edebiyatı için ayırdığımız edebiyat rafında iki, nihayet üç eser göremezken, her gün yeni bir tarihi romanın adını okuyoruz.

Geçenlerde akrabamdan 18 yaşında bir delikanlı koltuğunun altında bir tomar kağıtla geldi:

– Tarihi bir roman yazdım….

diye bunları önüme koydu.

Cesaretine hayran olmuştum…

Hatta bu ‘cesaret’ kelimesinin de hudutlarını aşan bir hareketti.

Bir aralık kendi kendime sordum:

“Yoksa bu iş benim gözümde mi büyüyor? Tarihi roman yazmak bu kadar kolay mı?”

Hayır… Muhakkak ki dünyanın en güç ve en fazla cesaret istiyen seyidir. İnsan ne akla, hayale gelmedik yerlerde, ne müthiş gaflar yapabilir ve ne çamlar devirir…

Mektepte iken ben de böyle bir cesaret göstermiş (zaten büyük cesaretler daima ancak o çağda gösterilir), Fatih devrine ait tarihi bir roman yazmıştım. Evet, on beş yaşında, Fatih devrine ait tarihi bir roman… Bunun baş tarafını mektebin edebiyat hocası Hakkı Tarik Us’a okuduğum zaman, bana derhal bu işten vazgeçmemi ve dört bel satır içinde sayılamıyacak derecede çok yanlış yaptığımı söylemişti. O zaman -ne yalan söyliyeyim- kendi kendime: “İstidadımı çekemiyor da öyle söylüyor” demiştim.

Yazdığım bu romanın nasıl başladığını bugün iyice hatırlamıyorum.

Fakat tarihî roman yazarken insanın ne müthiş yanlış uçurumlarına düşebileceğini karakteristik bir misalle göstermek maksadile, bu eski romanın başlangıcını, biraz da mübalağa yaparak, yeniden yazabilirim. İste:

«Fatih, çok sevdiği patatesli hindiyi yedikten sonra bir de sigara yaktı. Karşısındaki ipek çoraplı kadına sert sert baktıktan sonra, kapının eşiğinde ayakta duran uzun sakallı yeniçeriye sordu:

– Bu kadını niçin boşadın?

Yeniçeri cevap verdi:

-Efendim kendisi hastalıklıdır.

İlletine ‘frengi’ diyorlar…>>

İşte şu bir iki satır için sayılamıyacak, ne müthiş yanlışlar! Bir kere Fatih hayatında ‘hindi’ eti yememiştir. Çünkü hindi Amerikadan gelmiştir. O zaman Yeni dünya keşfolunmamıştı. Hele hindinin patatesli olmasına imkan yoktur. Zira patates de Amerikalıdır. Yemekten sonra bir sigara tüttürmesine gelince, bu da kabil değildir. Fatih sigara değil, sigara içen bir adam bile görmemiştir. Çünkü tütün de Hindinin ve patatesin vatanından gelmiştir. Karşısındaki kadının ipek çorap giymesi de imkânsızdır. İpek çorabın mucidi Vilyam henüz o zaman doğmamıştı bile… Uzun sakallı yeniçeriye gelince… Yeniçerilerin 14 maddelik yasasına göre sakal koyvermeleri katiyen memnu idi. Geno ayni yasaya nazaran, yeniçeri neferinin evlenmesine de imkân yoktur.

Evlenmeyince, karşısındaki kadına nasıl boşar? Yeniçeri eşikte de duramazdı. Çünkü yeniçeriler Bektaşi idi. Bektaşiler katiyen eşikte durmazlar. Yeniçerinin gizlice evlendiğini de tasavvur etsek, karısını boşayamaz. Bektaşilerde talâk memnudur. Diğer taraftan kadının frengi olması da pek tuhaftır. Zira gene Yeni dünya henüz keşfedilmedigi için, bu hastalık Eski dünyaya gelmemişti.

Kaç satır içinde kaç yanlış! O zamandan beri tarihi roman yazmağı en büyük cesaret işi görüyorum. Lakin maşallah bizde bu sahada no kadar çok cesurlar var… Hem de ne cesaret!..

Hikmet Feridun Es, Akşam Gazetesi, 23 Şubat 1942

Benzer yazılar

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön