Sermet Muhtar’ın “Merhametten maraz çıkar” başlıklı yazısı

Akşam Gazetesi, 25 Şubat 1942

 

Merhametten Maraz Çıkar

Bir sabah ailece kadınlı erkekli Fenerbahçe deniz hamamlarından çekçek arabalarlyle dönüyoruz; Göztepedeki evimize gidiyoruz. Hala duran (Belvü oteli) ni, bitişiğindeki eflake ser çekmiş ağaçlı frengin bahçesini geçtik. Şimdi, bay Tevfik Âmir Kolamaz amcamızın köşkünün bulunduğu köşeye yaklaşırken karşıda bir feryat ve figan.

Oracıkta bahçıvan kulübesi yıkılmış, yerde yatıyor. İçindekl pılıyı pırtıyı bir kenara koymuşlar. Önünde, siyah, paramparça fistanlı bir Rum kadını; memede ikizi, sağında solunda birer ikişer yaş aralıkları daha sivriceleri, yani kızlı erkekli tam yedi çocuk. 

Kadın iki gözü iki çeşme, saçını başını yoluyor; göğsünü bağrını paralıyor. Çocuklar ciyak ciyak ağlaşıyorlar. Geride de ihtiyar, kör gözlüklü bahçıvan Barba, çenesini avucuna dayamış, düşüncede.

Gelip geçerken görürdük. Barba, gözleri görmemeğe başladığı için, artık çalışamaz halde, hep kapının önünde otururdu. Karısı içeride şuna buna ufaktefek diker, yün büküp balıkçılara fanila, çorap örer, büyük oğlan (Salistra) dalyanında yanaşmalık eder, ekmek parasını çıkarırlardı.

Ağlama. hıklamaları duyunca arabayı durdurduk. Rum kadını ikizi kucağında, öbür çocukları yanında bize doğru koştu. Sırık arasından uzanmış etekleri, paçaları, ayakları ne öpüş:

Bu gece fırtınadan kulübemiz yıkıldı. Çabuk kaçmasak altında ezilecektik, sokakta kaldık; karnımız da aç!..

Beşer, onar kuruş toplayıp verdik amma anaları da, çocuklar da yüzlerini, ağızlarını eteklerden, paçalardan, ayaklardan gekmiyor. Zavalli kadında ne yalvarma:

– Aman evlatlarıma, gözleri görmiyen ihtiyar kocama acıyın, bize bir iyilik edin. Bahçenizde ahır, kümes vardır elbet; iki üç gece kalalım. Ben Darıcalıyım, Darıcada babam var, gideriz oraya!

Annemde yürek yufka; (peki) deyiverdi.

Bizi eve bırakan çekçek arabasını yolladık. Pılı pırtılarını yüklemişler, dokuz can da beraber, geldiler.

Arabalığın yanındaki bahçe edevatı dolu odadan kazma kürekleri, belleri, taraklan, tirpitinleri, fasulye hereklerini çıkarttık. Örümceklerini aldırtıp süpürttük, temizlettik.

Fıkaralar aç; yevmiye birkaç okka ekmeklerini, öğle akşam iki kap yemeklerini de peyledik.

Gene ayaklara kapanıp kapanıp, memnun memnun girdiler odaya,

Nur içinde yatsın, anneannem bahçe meraklısı. Tarhlardaki çiçeklerle, gül fidanlariyle, limonluktaki fidelerle uğraşıp durur; yemiş ağaçlarını, bağları aşılatır, avunurdu.

Ertesi sabah bahçede dolaşırken bir de ne görsün? Kirazların, kayısıların, eriklerin sanki köküne kıran girmiş; bugün yarın toplanıp reçelleri, surupları yapılacak olan vişneler, frenk üzümleri boydan boya yolunmuş. 

Sakızlı bahçıvanımızda çene kilitli.

Etraftan, duvar diplerindeki hayrat dutlara, incirlere yanaşanları bile taşlarla, sopalarla kovalıyan herifte suçu millettaşlarına hiç yükleme yok:

– Ben yukarıda levantinleri kırparken dışarıdan kimbilir hangi muhacir çocuklan, hangi çobanlar içeri atladı?

Kameriyede yemek yiyoruz. Öteden pat küt pat küt sesler, çatır çutur çatırtılar. Bakalım ki veletlerin ikisi kara çamların altında taşlarla kozalak parçalayıp çam fıstıklarını çıkarmada; ikisi de dalları kıra kıra tepedekileri toplamada.

Uzun yaz günleri. Biraz uyku kestirmek için eve girdik, yataklarımıza uzandik. Tam dalacağımız sura dadım, avaz avaz, pencerede çırpınıyor:

– Havuza koşun, Rum çocuklar şimdi düşüp boğulacaklar!

Aşağıdan yetiştiler. Oğlanlar, birinde olta, öbüründe teneke konserve kutusu, suya sarkmış, kırmızı balıkları avalamadalar…

Akşam; çatı katındaki depolarda su tükenmiş. (Dolap beygirini koşun!) diye seslenirlerken, uşak demez mi

– Kuyu mundar oldu!

Kopiller bostan köpeği Karabaşın dört yavrusunu da kuyuya atmamışlar mı? Onları çıkartmadan, suyun hepsi boşaltılıp yerine temiz dolmadan kullan bakalım o kuyuyu…

Gece; üstüste kapının zill çalınıyor. Açtılar. Bitişik komşumuzun kalfanım, telaş içinde, zangır zangır titreye titreye:

– Çamlığınızda parıltılar, alevler gördük. Cigara migara atılıp kuru yapraklar tutuşmasın. Ateş çamları sarıverirse sizin köşkün de, bizimkinin de yanıp kül olduğu gündür.

Koşup ne görelim: Barba, önünde şarap binliği, körkandil. Karısı çalıları çırpıları tutuşturmuş, istavrit kızartıyor.

Ocağı söndürtüp, kova kova da su döktürdükten sonra gene içimizde korku: Acaba bir tarafta kıvılcım kaldı mı? Gece yarısı büyüyüp kol salmasın?.

Üç günü geç, haftası oldu. Ne madamda, ne de Barbada yerlerinden kıpırdamaya hiç niyet yok. Her şeye burnunu sokan, çenebaz Sıdıka hanımımız atıldı:

– Merhametten maraz hasıl olur.

Gidip şunlarla ben konuşayım, hepsini toparlayıp dehleyim!

Güvende güvende bahçeye indi, gene güvende güvende döndü:

Müjde, gidecekler. Darıcaya mektup yollamışlar, yol parası istemişler, fakat cevap gelmemiş. Paraları olsa yarından tezi yok şimendifere atlıyacaklarmış. Oldu olacak, bir iki lirayı gözden çıkarın!

Üç lirayı götürdü. Ertesi gün öğleler oldu, ikindiler geçti, akşam ezanı okundu, hâlâ yerlerindeler. Madama ceviz ağacının altında. Nuhu nebiden kalma makinesinin önüne oturmuş, basmacı Yakuptan kendine, çocuklarına entarilikler almış, çakır çukur onları dikmede.

Hale fena kızan Sıdıkanım:

– Artık rezalet, başından büyük haltetmek bu. Şimdi adamakıllı paparalarını vereceğim! deyip gitti.

Asadan kıyametler kopuyor:

– Benim kocam Yunan tebaasıdır, buradan çıkartamazsınız bizi… İstediğimiz kadar oturacağız. Bize ne polisiniz karışabilir, ne de zaptiyeniz!

Hep sapa oturduk. Göztepe komşumuz Üsküdar mutasarrıfına işi açıyoruz, hemen ağzımızı kapatmada:

– Peygamber aşkınıza başıma dert çıkarmayın. Keyfiyete ecnebi tebalılığı karışıyor. Elim ayağım bağlı, bir şey yapamam!..

Büyük babamın amcazadesinin damadı, Beyoğlu zabıtasına memur, alay beyi Göztepeli Hafız Sabri beye söylüyoruz; onda da:

Hariciyede süferaya, baş tercümanlara teşrifatçılık edenlerden, evlatlardan filânca var. Kulağını büküvereyim, Yunan elçisine mi, tercümanına mu çıtlatsın!.. diyor amma netice şüpheli.

Artik büsbütün şimaran madamango, işi azıttıkça azattı.

(Biz dilenci değiliz, başkalarına versinler) diyerek ekmekleri, yemekleri geri göndermeler(Burada bedava oturmuyoruz, kirasını vereceğiz;

Darıcadan para gelsin, bahçeden yer de alacağız) diye küstahlıklar.

Büyük oğlan gitarayı, büyük kız mandolini almış, hep birlikte ne ahenk ne türkü. Kasap havasile hora tepişler. 

Artık öfkeden kendini kaybeden, her şeyi göze alan rahmetli babam, kalın bastonunu kapar kapmaz fırladı aşağı.

Hepsi çil yavrusu; ağaçların en tepesinde. Kokona yalvarıyor:

Aman kapanca mapanca atma pasa bey!.. Yarın, sabah sabah kaçacağız… Koço, Aleko. Manoll, Anastasya, Manyo simdi toplayın eşyaları!.

Kayışdağı caddesi tarafındaki muhacir mahallesinde tuttukları odaya defoldular.

Sermet Muhtar Alus, Akşam Gazetesi, 25 Şubat 1942

Benzer yazılar

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön