Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Bir Adam” öyküsü

Taha Toros Arşivi, Dosya No: 52 – Cahit Sıtkı Tarancı

CAHİT SITKI TARANCI’NIN BİR HİKAYESİ

BİR ADAM

Kapıdan çıkınca, sihirli bir adaya ayak basmış gibi, içinde tatlı bir gıcıklanma duydu. Güneşli ve ılık hava, masmavi uzanan gökler, çiçek açmağa başlıyan ağaçlar, saksılariyle, uykudan henüz uyanmış genç kızlarının mahmur gözleriyle gülümsiyen pencereler, karşı çeşmenin önünde sıra bekliyen Anadolu uşağı sakalar, güle konuşa mekteplerine giden talebeler, daireye geç kaldım sanarak koşuşan koskoca adamlar, güneşin yer yer okşadığı, parıldattığı, her taşının altında bir hâtıra hâzinesi gömülü duran bu alışılmış sokak, bütün bunlar beynini bir afyon gibi sararak kabini yaşamak aşkile çarptırdı. Adımlarına bir kanat sür’ati verdi. Caddede, evvelâ postahaneye uğradı, gece annesine yazdığı mektubu pullayıp kutuya attı, içinden annesine hasretli öpücükler gönderdi ve. her günkü kahvesinin yolunu tuttu. Her adımını, bir kadeh rakı yuvarlar gibi, istek ve keyifle atıyordu. Kahveye girdi, köşedeki masasına oturdu, okkalı kahvesini tazelediği sigarasile içti, ocakçı ile havanın güzelliğinden, harp çıkıp çıkmıyacağından konuştu, gazetesini okuduktan sonra, dışarının davetine dayanamıyarak kalktı, zaten saat dokuza geliyordu, bankaya ancak yetişebilirdi, tramvaya bindi, boş yer olduğu halde, önden ikinci sırada oturan siyahlı bir kadının iri gözlerine olanca hızile dalabilmek için ayakta durmağı tercih etti. Bu kadın! Ona sahip olabilmek için neler yapmazdı! Karaköyde inmek mecburiyetine bayağı canı sıkıldı. Bankaya gitmediği takdirde kıstelyevm yaparlardı. Kadını tramvayda bırakarak indi, hapishaneye kendi ayağile giden bir hırsız gibi bankaya girdi, deftere imza attı ve yerine oturdu. Hep ayni kâğıtlar, ayni hesaplar, ayni tatsız meşgale. Fakat, yaşamak için, kahve içmek, yemek yemek tramvaya binmek için, bu fedakârlığa katlanmak zaruriydi, öğleye kadar çalıştı, öğle düdüğü çalar çalmaz, ilk fırlıyan kendisi oldu. Hava sabahki güzellikte devam ediyordu. Bankanın yakınındaki lokantasına girdi, döner kebabını, az pilâvını, revanisini yedi, birinci nevi sigarasını yaktı, oh! bu sigaranın keyfi için bankanın kasvetine pekâlâ katlanabilirdi. Köprüye doğru yürüdü, güneşli, güzel günlerde caddeler, meydanlar ve kalabalık ne kadar da sevimli oluyor! Kadıköy iskelesinde tanıdık bir genç kızla karşılaştı, ufak tefek, esmer, şirin bir kız. Arasıra vapurda beraber otururlar, tatlı tatlı konuşurlardı. Aralarında belki aşk denen o dehşetli bağ yoktu, fakat arkadaştılar, birbirlerinden hoşlanıyorlardı. Ayak üstü muhabbet ettiler, genç kıza Melek sinemasında başlıyan güzel bir filmden bahsetti, ertesi gün iki buçukta -ertesi gün cumartesiydi- sinemanın kapısı önünde buluşmak üzere ayrıldılar. Ertesi güne asgarî beş lira bulmak lâzımdı. Bahçekapıda bir ticarethanede çalışan bir arkadaşında on lira alacağı vardı. Ona uğradı ve ertesi gün saat bir için kendisine beş lira hazırlamasını rica etti. Saat ikiye on vardı, tekrar köprüyü geçerek bankaya gitti ve akşam altıya kadar hakikî hüviyetinden uzak bir adam olarak yaşadı. Altıda ışıklı caddeye ayak basar basmaz akşamın serin ve ferahlatıcı havası ciğerlerini istilâ etti. Tünelden Beyoğluna çıktı, kitapçıya uğradı, on gün evvel ısmarladığa kitapların gelip gelmediğini sordu, kitabçı “yarınki posta ile geleceğini umuyorum” cevabında bulununca, yeni kitablara bir göz gezdirdikten sonra çıktı, terziye uğradı, on beş gün evvel ısmarladığı lâciverd elbisesini alacaktı, fakat terzi, meslektaşlarına hâs bir atlatma itiyadile, hazır olmadığını, yarın tekrar uğramasını özür dileyerek rica etti. Tekrar caddeye inince, bu saatte nereye gidilir diye en küçük bir tereddüde düşmeden meyhaneyi boyladı. Akşamcı değildi, fakat ya çok neş’eli, yahud efkârlı olduğu akşamlar, içinde dehşetli bir içmek arzusu peyda olurdu. Yirmi dokuzluğunu, sevdiği mezelerle, tatlı hâtıralarını yadederek içti. Karnı da doymuştu. Bir kahveye oturdu. Caddeden geçenleri seyrediyordu. Senelerdenberi görmediği, eski bir mekteb arkadaşını görünce camı vurdu, arkadaşı geldi, kucaklaştılar, hatır, keyif soruldu, derslerden kaçmaları, poker partilerini, imtihanlardaki kopyeleri, gece yarıları bahçenin parmaklığından mektebe girmelerini, ilk aşklarını beraberce yâdettiler, kahveler, içilmiş, sigaralar üçüncü dördüncü defa olarak tazelenmişti. Ertesi akşam, bir meyhanede buluşmak üzere ayrıldılar. Saat on buçuktu. Taksimden tramvaya bindi, eve gidiyordu, tramvayda, geçen günün bîlânçosunu yaptı, memnundu, yarın daha kesif yaşıyacak, hayattan daha fazla kâm alacaktı.

*

Ertesi gün bankada sandalyesi boştu. Memur arkadaşları: “Bizimki gene bankayı astı.” diye, hüküm veriyorlardı, öğleyin saat birde, Bahçekapıdaki arkadaş, onun gelmemesini temenni ediyordu, çünkü beş lirayı bulamamıştı. Ve gelmediğini görünce sevindi. Saat iki buçukta, ufak tefek, esmer ve şirin kız, vapur arkadaşını bir çeyrek bekledi, gelmiyeceğine kanaat getirince: “Ne kaba çocuk! Randevusuna sadık olmıyacağını bilseydim!” diyerek, sinemaya yalnız girdi. Akşam, kitabçı da, terzi de, müşterilerini beyhude beklediler. Ne kitabları, ne de yeni elbiseyi almağa gelen oldu. Eski mekteb arkadaşı, meyhanede demlenmeğe başlamış, onu bekliyordu. Çıkmadığını görünce: “Ne kadar da değişmiş, dedi. Eskiden böyle değildi.” Ve içmesine devam etti. Hiçbiri bilmiyordu ki, bekledikleri adam, dün gece tramvaydan indikten sonra, eve giderken, yıkık bir duvarın yanından geçtiği için, başına düşen ağır bir taşla beyni parçalanıp ölmüştür.

Cahid Sıtkı TARANCI

Taha Toros Arşivi, Dosya No: 52 – Cahit Sıtkı Tarancı

Benzer yazılar

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön